Oradaydı. Bilemem ne zamandır oradaydı? Tam üzerimde. Düşmüyordu. Nasıl duruyordu ki? Kaç taneydi? Artık büyüdüm, biliyorum sayılamayacağını. Küçükken de bilirdim ama yine de saymaya çalışırdım; iki yada üç kez gittiğim Kayalıpınar köyümde. Nasıl severdim yanan titrek gaz lambasını. Nasıl cezbederdi beni o yırtıcı karanlık. Ve ne kadar yakındı bana o prıl prıl ziyalarıyla. Şimdi köyde değilim. Işık kirliliğiyle aydınlansa da bu modern (!) zamanların gökyüzünde, yine de parlıyorlar ve oradalar. Yıldızlar.
Baktım. Tekrar baktım. Tanışıyoruz zamansız anların, "Kün" sedasında, "varoluş" sevdasında. Adı ne olursa olsun. Kuzey yıldızı yada takım yıldızı. Kutup yıldızı yada kuyruklu yıldız. Zühre yıldızı yada çoban yıldızı. Ne farkeder ki? Benim adım da Nuray yada Gülay olsa? Ortak bir adımız var ki o da mahluk. Tanışıyoruz.
Pırıl pırıl. Ama arada bir sönüyor. Titreyen bir mum alevi gibi. Parlıyor farkediliyor güneş yok iken. Güneş parlayınca farkedilmiyor. O gelince, yıldızlar gitmiyor da görünmüyor hakiki ışıktan. Titrerken semada biliyor haddini. Kapasitesini. Kaynağını.
Bir ışık daha var aralarında. Daha sık titriyor. Yanıyor ve sönüyor. Ve biraz daha havalı çünkü ışığın içinde bir ışık daha var. Kırmızı. O yıldız değil, bir uçak. Teknoloji harikası. Ama o akıyor, uçuyor, kayıyor. Yıldızlar gibi çakılı değil semaya. Sadık değil yörüngesine. Hz. İbrahimin dediği gibi "ben batan şeyleri sevmem"
Oradaydı. Tam üzerimdeydi. Buradaydım. Tam altındaydım. O bende, ben ondaydım. O da ışık ve karanlıktı. Ben de.